ANITKAYA'DA HAYAT

 

Anıtkaya'da yüzyıllardır süregelen canlı bir sosyal hayat dikkat çeker. Son 30-40 yılda büyük şehirlere yoğun bir göç yaşanmasına rağmen günümüzde iki bin kadar nüfus kasabada yaşamakta ve birbirini tanıyan bu insanlar çeşitli münasebetlerle bir araya gelip güzel görüntüler oluşturmaktadırlar.

Birbirine yabancı olamayan insanların yaşamları hep sıcaklığı ve samimiyeti ile dikkat çekmiştir. Bu samimiyet Anıtkaya'da daha fazla göze çarpar.

Öteden beri halk, iyi günde kötü günde, acıları, kederleri, sevinçleri ve coşkuları paylaşmanın kasaba adına gurur verici olduğunu her fırsatta belirtmektedir. Gerçekten de yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma arzusunu gösteren çeşitli tablolar, herkesin gurur kaynağıdır. Bu bölümde sıcak ve samimi tablolardan bazılarını ve günlük yaşamdan bazı kesitleri göstermeye çalışacağız.

Anıtkaya'da halkın geçim kaynağının temelini çiftçilik oluşturur. Bunun yanında çiftçiliğin yan kolu sayılan hayvancılık da gözardı edilemeyecek boyutta yaygınlaşmaktadır. Kasabada yaşayan herkes, az veya çok toprakla ilişkilidir. Bir zamanlar geçim derdiyle çeşitli şehirlere göç edenler bile emekli olup geri döndükten sonra mutlaka bir şekilde ekip biçerler.

Yıllardan beri yetiştirilen temel ürün, arpa ve buğdaydır. Fasulye, domates, patates, marul, bakla gibi sebzeleri herkes kendi ailesine yetecek kadar yetiştirir. Temel uğraş hep arpa, buğdaydır. Bununla beraber nohut ve mercimek de yeteri kadar ekilir.

Nadas olayı hemen hemen tamamen ortadan kalkmış, önceki yıl buğday ekilen bir tarlaya ertesi yıl ayçiçeği ekilir olmuştur. Ayçiçeği de çok kaldırılan bir üründür. Yıllardır bu bitki için Trakya Yağlı Tohumlar Kooperatifi'nin bir şubesinin açılması düşünülür olmuş fakat bu, bir türlü gerçekleştirilememiştir. Endüstri bitkisi olarak ayçiçeğinden başka şeker pancarı ve haşhaş ekimi de yapılmaktadır.

Meyvecilikte dikkat çekici üretim sadece vişnede görülür. Genel olarak meyvecilik gelişmemesine rağmen bol miktarda vişne elde edilir. Bunun iyi bir gelir kaynağı olduğunu görenler hala vişne fidanı dikmektedirler.

Günümüzde çiftçilik de modernize olup insanları çok yormayacak bir şekle bürünmüştür. Bundan 20 yıl önce, işler ilkel şartlarda yapılırken insanlar yaptıkları işten devamlı şikayet eder, hatta çiftçiliğe biraz da sitemkarâne bir tarzda “İleşberlik” derler, bu kelimenin başındaki seslerin hayvan leşini çağrıştırmasından yararlanarak çiftçiliğin ne kadar zor olduğunu anlatmaya çalışırlardı; haksız da sayılmazlardı. Gerçi o yıllarda toprağa ait işler, senenin bütün günlerinde şöyle böyle devam ederdi. Ancak en yoğun yaşanan sıcak yaz aylarında insanlar, görünüş itibariyle insanlıktan çıkarlar, çoluk çocuk gecesini gündüzünü bilmezdi. Yirmi yıl öncesinin çiftçiliğindeki insan gücü ile günümüzde harcanan insan gücü arasında dağlar kadar fark vardır. Eskiden ailenin bütün fertleri çalışmak zorunda iken bugünkü teknoloji ile yalnızca bir kişi, tek başına bütün işleri yapabilmektedir.

Bir zamanlar yaz aylarında bütün insanlar harman yerlerinde bulunur, orada yenilir içilir, orada yatılır ve orada yaşanılırdı. İnsanlar, çalışmalarını burada yaptıkları gibi sohbetini de burada yapar, çocuklar oyunlarını harman yerinde oynarlardı. Döven harmanda sürülür, tınaz harmanda savrulur, buğday harmanda çalkalanır ve elbette dedikodu da harmanda yapılırdı. Harmana satıcılar gelir, pazar kurulur, dükkan açılır, harman yeri panayıra dönerdi. Homur homur iş arayan makinalar yoktu. Her işi at, eşek, öküzle beraber insanlar yapardı. Bu yüzden çiftçiler yorulur, biter, kara meşin gibi görünürdü.

Günümüzdeki çiftçileri artık traktörün üzerinde görüyoruz. Artık harman yapılmadığı gibi harman yerinin yerinde yeller esiyor. Tarlada ekin olarak salınan buğdaylar, bir saat sonra eve tane ve saman olarak ayrı ayrı geliyor. Bu işi biçerdöver veya traktörle iki kişi hem de çok yorulmadan yapıyor. Bugün bir saatte yapılan bu iş seneler önce bakın nasıl uğraştırıyordu insanları.

Biçilme zamanı ekin tarlada tırpanlarla biçilir. Kadınlar, biçilen ekini “annat”larla “deste” yapar. Bu arada bir çocuk kalan sapları tırmıkla toplar. Tarladaki bütün ekinler bu şekilde biçildikten sonra at veya öküz arabasına “delece” vurularak tarladan harman yerine sap çekme işlemi başlar. Vakit gelince “döven” ile en az iki gün sürülür. Yeterince dövüldükten sonra toplanıp tınaz haline getirilir. Uygun rüzgarın çıkması beklenir. Akşama doğru çıkan rüzgarla tınaz savrulur. Samanı ve tanesi ayrılır. Taneler kadınlar tarafından çalkanarak temizlenir. Daha sonra saman ve taneler ayrı ayrı eve götürülür. Bu saydığımız işler bütün saplar için yapılacaktır. Kısa bir sürede bitecek gibi görünen bu işlemler en az iki buçuk ay sürerdi. Bir saat nerede, 70 gün nerede.

El emeği ile iş görülen günlerde, hasat zamanı bütün gün tarlada çalışılır, buğdayların tamamının toparlanıp götürülmesine dikkat edilir, "Kurdun kuşun hakkı var.” denilerek yabani hayvanların hakkı tarlada bırakılırdı. Hatta o mevsimde, tarla işlerinin bittiği günün sonunda tarla ile helallaşmak, vedalaşmak ihmal edilmezdi. Tarla bile canlı addedilir ve ona şöyle seslenirdi: "Haydi tarla, hakkını hukukunu artık-eksik helal et. Bizden yana helal olsun. Koyup giden, nurda yatsın. Taşına -toprağına, diline-gülüne sağlık."

Hasat işleminde veya diğer işlemlerde herkes her işi yapmaz. Kadınların ve erkeklerin yapacağı işler ayrı ayrıdır. Mesela orak biçme, sap yükleme gibi ağır işleri erkekler üstlenir. Bununla beraber hayvanlardan süt sağma, ekinleri deste etme gibi daha hafifleri kadın işi olarak görülür, bu sebepten erkekler bu tür işlere elini pek sürmez.

Kadınların yaptığı yorucu işlerden biri çapa ve yolmadır. Ayçiçeği çapalamak ve mercimek, nohut yolmak için evin kadınları yeterli olmayabilir. O zaman ücret karşılığı komşu kadınları önceden ayarlanır. Böyle zamanlarda daha kalabalık bulunulacağından, iş tam bir şenlik ortamında geçer.

Bir gün önceden hummalı bir çalışma ile yemekler, yiyecekler hazırlanır. Bu hazırlıklar ve organize uzun sürdüğünden işveren durumundaki kadın tarlada pek çalışmaz. Kadınlar toplu olarak "çıkım" çıkarlar, "oyum"a girerler, birbirleri ile yarışırlar. Bol bol dedikodu eder, türkü söylerler. Bu arada karşı tarlada çalışan başka gruptaki kadınlara şaka yollu sataşırlar. Hatta yüksek sesle, aşıkların atışması gibi karşılıklı mani söyleyerek atıştıkları da olur. Böylece hem çalışırlar hem eğlenirler.

Bu kasabada herkes yiyeceği ekmeği kendisi pişirir. Genellikle bir haftalık ihtiyaç kadar ekmek yapılır. Bu iş için hemen her sokakta bir mahalle fırını bulunur. Günümüz Anıtkaya'sında yaklaşık 15 adet mahalle fırını vardır ve hala hizmet vermektedirler.

Bazan fırınlar o kadar kalabalık olur ki sıraya girilmek zorunda kalınır. Buna "nöbet kapmak" denir. Fırını sabah ilk olarak kızdıracak olan, yani "ilk ağız"ı yakacak olan kişi daha fazla yakacak harcayacağından buna kimse talip olmak istemez. Fırın bir defa kızdırıldıktan sonra da herkes bir an önce ekmeğini pişirmek ister.

Ekmek pişirme işlemi evde başlar. Hamur yoğrulu,. kıvamını bulması için –ki buna hamurun gelmesi denir– üzeri örtülür, beklenir. Vakti geldiğinde tekne ile fırına getirilir. Saman eskisi yakılarak fırın kızdırılır, bu arada hamur "yazılır." Bundan sonra başka kadınların yardımına ihtiyaç vardır. Yazılan hamurlar alınır, hazır bekleyen küreğe "bırakılır" ve fırın kapatılır. Artık ekmeklerin pişmesi beklenecektir.

Bekleme anında ne yapılır? İşte o zaman fırınların başka bir işlevi çıkar ortaya. Çünkü rahat rahat konuşma faslı başlayacaktır. Herkes eteğindekini döker ortaya. Öğrenilen bütün yeni gelişmeler, alınan bütün bilgiler tartışmaya açılmıştır pişmekte olan ekmeklerin kokusuyla birlikte...

Ortalığı müthiş bir dedikodu trafiği kaplamıştır. Bu özelliği ile fırınlar, mahalle kadınlarının toplanma yeri, adeta bir klüp ya da haber merkezi gibidir.

Hava karardıktan sonra, halâ kızgın olan fırınlar artık erkeklere hizmet verecektir. Gerçi gençler geceleri ekmek pişirmeyecektir ama onlar külde sucuk veya et pişirirler ki bu sadece Anıtkaya'ya has bir gelenektir. Gerçekten Türkiye'nin hiçbir yerinde Anıtkaya'da yendiği kadar sucuk yenmez. Kişi başına sucuk tüketimi hesaplandığında ilginç rakamlar elde edilir. Şüphesiz bu özelliğin belirmesinde fırınların payı büyüktür.

Sucuk bir gazete kağıdına sarılarak kızgın küle bırakılır. Üzeri, hava almayacak şekilde yine külle örtülür. Bu çok önemlidir; çünkü az da olsa hava aldığı taktirde gazete kağıdı yanacağından sucuk külle kirlenecektir. 10-15 dakika sonra külün içindeki sucuk çıkarılır. Üzerindeki kağıt açıldıktan sonra ekmekle birlikte yenir. Bu şeklide pişen sucuğun tadı başka bir şeyden alınamaz. Ancak kişi başına en fazla 150 gr. kadar pişirilmektedir. Daha fazlası iştahı keser.

ÇOCUKLAR

Hayat, kasabada bu minval üzere devam ederken acaba çocuklar ne alemdedir? Ne yapmakta, nasıl vakit geçirmektedirler? Biraz da onların dünyalarına dalalım.

Eskiden her yerde olduğu gibi onların hayatı da masallarla şekillenmeye başlardı. Geceleri büyüklerinden masallar dinler, çoğu zaman masalın sonucunu öğrenmeden uyuyakalır, belki de masala rüyalarında devam ederlerdi. Günümüzde ise artık televizyon denilen alet hayatın büyük bir kısmını işgal ettiğinden artık ne masal bilen var, ne anlatan ve ne de dinleyen.

Ne olursa olsun çocukların oyunlarla süslü kendine özgü dünyası, bütün ilginçliğiyle karşımızda durmaktadır. Onlar bu sayede gerçek hayattan esinlenerek de olsa sadece kendilerine ait mutlu dünyalar kurmaya devam etmektedirler. Evcilik, körebe, kaydırak, saklambaç, sobe gibi hemen hemen her yerde oynanan oyunların yanında, Anıtkaya'ya has bazı ilginç oyunları oynamayı sürdürüyorlar. Bununla beraber tarihe gömülmek üzere olan, özel Anıtkaya oyunlarını da zikretmek icabeder. Bu oyunlar iki kişi veya iki takım arasında oynanırlar. Bazıları sadece kızlar, bazıları da sadece erkeklere has oyunlardır. Hepsinin ayrı bir zevki, ayrı bir heyecanı vardır. Hatta eskiden bu oyunları çoluk çocuk sahibi büyük erkekler bile oynarmış.

"Viddik", "nanne", "met", "leplik" bu ilginç oyunlardan bazılarıdır. Bütün oyunlarda ortak olarak kullanılan veya sadece bir oyuna has olan terimler de vardır. Elbette yenen ve yenilen taraf olacaktır. Ancak mızıkçılık yaparak oyunu terk etmek hoş karşılanmaz. Böyle sonuçlanmadan oyunu bırakmaya "karımak" denilir. Böyle bir olay sonunda rakip "karıttım" diye böbürlenme hakkına sahiptir.

Oyunların ilginç sayılabilecek noktalarından birisi de ebe seçimidir. Oyundaki ebeyi tespit etmek veya takımı oluşturmak için bazı yollar kullanılır. En basitinden beşerli, onarlı olarak sayılar sayılır. 100 sayısı kime isabet ederse o ebe olur veya çıkar. Eğer takım kurulacaksa, iki takım kaptanı karşılıklı olarak belli bir mesafede dururlar ve her adımda bir kelime söylemek kaydıyla birbirlerine yaklaşırlar. Adımlar atılırken genellikle "Aldım verdim, ben seni yendim." sözleri kullanılır. Buluşma anında adım atma sırası kimde ise ilk adamı seçme hakkına sahip olur.

En ilginç ebe seçimi ise tekerleme söylemektir. Buna "sayışmaca" denir. Bir tekerleme örneği : "Hey Ermeni Ermeni. Çok yeme peyniri. Peynir seni öldürür. Cehenneme gömdürür. Cehennemin kapısı. Sıva tutmaz yapısı." Bütün tekerlemeler böyle anlamlı kelimelerden oluşmayabilir. "Ömerize. Keperize. İngili badem te." tekerlemesinde olduğu gibi. Şüphesiz çocuk kafasıyla düşünüldüğünde, bunların da kendine göre bir mantığı ve anlamı vardır. Ne olursa olsun bu tekerlemeler masum birer kura çekme yöntemi olup hile ve haksızlığı önleme maksadıyla yine çocuklar tarafından icat edilmişlerdir.

KADINLAR

Anıtkaya kasabasında kadınlar, erkekler ve çocukların sosyal yaşantısına dair bazı kesitler sunduk. Ancak kadınların yaşamlarıyla ilgili bir kaç kelime daha söylemeden geçilemez.

Kadınlar, eşlerine devamlı saygı gösterirler. Bilhassa başkalarının yanında bu saygılarını değişik şekillerde ortaya koyarlar. Eğer yanlarında başka biri varsa velev ki çocukları olsun ona ismiyle hitap etmezler. Kadınların birbirine hitap ettikleri gibi "Gı" veya "Le" derler. Hatta bir kadın kocasının olmadığı bir anda bile ondan bahsederken kesinlikle ismini söylemez, "bizimki", "öteki" gibi zamirleri kullanır. Eğer kadın, erkeklerin bulunduğu bir topluluktan kocasını çağırmak için haber göndermişse, erkeğe "Karın seni çağırıyor." denmez. En fazla "Seni çağırıyorlar." dendiğinde adam zaten kendisini eşinin çağırdığını anlar. Bütün bunlar bir saygı göstergesi olarak kabul edilir.

Sokağa çıkarken üstlerine "örtme" denilen siyah bir örtü alırlar. Çok mecbur kalmadıkça dışarıda erkeklerin önünden geçmezler. Çoğu zaman erkeğin geçmesi için dakikalarca beklerler. Eğer erkek bunu fark ederse "Geçin, geçin." diye izin verir. Hiç olmazsa erkekler anlayışlı davranarak kadını daha fazla bekletmemek için adımlarını sıklaştırırlar. Bu da yine kadınların kendisine has bir saygı gösterisidir.

Anıtkaya kasabası il merkezine 30 km. uzaklıktadır. Afyon-Kütahya karayolunun üzerinde olmasından dolayı ulaşım konusunda hiçbir sıkıntı çekilmemektedir. İnsan gerek gördüğü her anda Afyon'a varabilir. Gerçi temel ihtiyaçlar kasaba içinde karşılanabilir olduğundan çoğunlukla buna gerek görülmez.

Kasaba merkezinde bakkal, kasap, berber, terzi, manifatura dükkanları devamlı hizmettedir. Küçük çaplı bir sanayi bile oluşmuştur. O kadar ki çevre köyler bile bütün bu imkanlardan yararlanmakta, başka bir merkeze müracaat gereği duymamaktadırlar.

Ayrıca cumartesi günleri kasabada pazar kurulur. Gıda, giyim, mutfak malzemeleri, her çeşit alet edevat, deri, hububat alım satımı bu pazarda yapılır. Yaz aylarında ova köylerinden insanlar gelerek alıcıya ürünlerini burada sunarlar. Alış verişler haftalık yapılır. Yaklaşık 50 yıldır bu böyle devam etmektedir.

Cumartesi pazarından başka hemen hemen her gün satıcılar gelerek mamüllerini satarlar. Gıda, giyim hatta beyaz eşya satıcıları bile zaman zaman kahvelerin önünde görülür. Kahvelerin önü denilen yer adeta kasabanın merkezidir. Eli boş olan oraya gider. Buluşma yeri orasıdır. Randevular oraya verilir. En kalabalık yer olduğundan bütün satıcılar, ürünlerini orada sergiler. Hasılı haftanın hiç bir günü kahvenin önünde satıcı eksik olmaz.